Çocukluğum Ege’de iki katlı, önü sofalı, kapısı yeşil boyalı, bağlı, bostanlı, masal gibi bahçeli bir evde geçti. Evimizin bahçesinde altın sarısı renkleriyle gülen ayvalar, şifa kaynağı dutlar, dert ortağım ahlatlar, Ege’nin bal incirleri, tepesine tırmanıp sularını üstüme akıta akıta yediğim yemyeşil can erikleri ve güneşi eme eme sararan bereketli asmalar, salkım saçak arzıendam ederlerdi. Zeytinyağlı ev sabunu kokan odamın demirlerinden sarkan iplerde biber ve patlıcanların kuruduğu, pervazında ebruli sardunyaların durduğu geniş penceresinin önünde, kocaman bir nar ağacı vardı ki tıpkı hayatın zorlukları, dertleri, tasaları gibiydi gövdesi.
Dinginliğe, beklemeye, sabretmeye, yetinmeye, her şeyin daha güzel olacağı bir zamanın geleceğine inanmaya teşne bir nar masalı aslında hayat. Bazen durgun bazen fırtınalı. Yazarın sözcüklerle hikayesi de böyle. Ne yazayım, nasıl yazayım sorularıyla dökülmüyor düşünceler ak kağıdın koynuna. Elinizde tuttuğunuz kitap sıradan hikayelerden oluşmuyor. Hayata tutulan ışık, açılan pencere, uzatılan el var satır aralarında. İşte bu nedenle ‘Nar Mevsimi’ dedim adına, tam da nar mevsiminde sizlerle buluşsun istedim. Ben sizleri yazdım. Sizler de her satırda beni okuyacaksınız. Başka bir mevsimde yeniden buluşmak umuduyla.