Manisa ilinin Sardis antik kentini de içine alan ovalık alanı geçip doğuya ilerlediğimizde Antikçağ’da Katakekaumene olarak adlandırılan “yanık ülke”ye ulaşırız. Burada Sardis’le boy ölçüşebilecek büyük şehirler yoktur. En büyük kentlerinin bile “kasaba irisi” olarak tanımlanabileceği bölgede, çok sayıda köy yerleşimi vardır. Bu ücra dağ köylerinde yaşayan, yaşamını çiftçilik, çobanlık ya da dokumacılık yaparak geçiren insanlar, üzerinde bütün akrabalarının adlarının uzun uzun sıralandığı mezar taşlarıyla gömülür. Büyük hanelerde, birbirine sıkı sıkıya bağlı aileler içinde yaşayan bu köylüler, İS birinci yüzyılda birdenbire bize günahlarını anlatmaya başlar. Tanrılarına adadıkları kabartmalı stellerin üzerindeki hikâyeleriyle birden karşı karşıya kalıveririz.
İki bin yıl öncesinin Manisalı köylüleri bizimle doğrudan konuşmakta, üstelik bize en mahrem aile sırlarını anlatmaktadır. Bu, Antikçağ’da başka hiçbir yerde ve zamanda karşılaşmadığımız, hayret ve heyecan verici bir durum. Tam da bu yüzden, bu yazıtlar, on dokuzuncu yüzyılın sonlarından başlayarak epigraf ve tarihçilerin “iştahını kabartarak” çok sayıda çalışmaya konu olmuştur.
Sayısı neredeyse iki yüze yaklaşan bu adaklarda, insanların hem birbirleriyle hem tanrılarıyla ilişkilerine dair onlarca öykü gizlidir.